28 Ekim 2010 Perşembe

YİRMİNCİ YÜZ YILDA BİR OEDİPUS; MARTİN HEİDEGGER ve DÖNÜŞÜMLERİ

I. Kader ve Baş Kaldırı:
Efsaneye göre lanetlenen Laios’un oğlu Oedipus babasının emri üzerine ölüme terk edilmiştir. Ancak vicdanının sesini dinleyen kralın yardımcısı, onu komşu krallığa bırakır ve talih bu ya çocukları olmayan Corinth Kral ve Kraliçe bahtsız çocuğu evlat edinir. Bu mutlu tablo günün birinde Kralın davetlilerinden biri tarafından bozulur. Oedipus evlatlık olduğunu öğrenmiştir. O güne kadar öz annesi ve babası olarak bildiği Kral ve Kraliçe’ye bu bilgiyi doğrulamak için baskı yapar. Ancak her ikisi de bu bilgiyi yalanlar. Bunun üzerine Oedipus araştırma yapmak için Delphoi tapınağına gittiğinde, etrafına örülmüş olan lanetle ilk tanışıklığını yaşar. Babasını öldürecek ve annesiyle evlenecektir. Oedipus kaderinden kaçmak, ebeveynlerine zarar vermemek için Corinth’i terk eder. Ancak işler Oedipus’un istediği gibi gitmez.
Ölüme mahkûm bir çocuktan, soylu bir prense, bir kahramandan baba katiline ve bilmeden işlediği bir günahın bedelini ödeyen berduşa dönüşen bu kahramanın tarihteki yeri ve önemi tartışılamaz.
Sophocles’in yazdığı üçlemenin merkezinde bulunan, pek çok araştırmaya ve sanat eserine konu olmuş bu trajik kahramanın yaşamının, yirminci yüzyılın ve varoluşçu felsefenin önemli düşünürlerinden biri olan Martin Heidegger’in yaşamıyla örtüştüğünü söylemek elbette hatalı bir yaklaşım olacaktır. Ancak bu yazıda yapılmak istenilen bir insan olarak Heidegger’in bireysel tarihinde yaşadığı dönüşümlere, uğradığı felaket ve yıkımlara, farklıda olsa benzer bir yaşam sürece sahip olan ünlü tragedya kahramanı Oedipus çerçevesinden bakarak filozofu bir karakter olarak inceleyip, anlamaya çalışmaktır.
Geçim sıkıntısı yaşayan bir ailede doğan Martin Haidegger’in babası bir kilise görevlisi ve fıçı ustasıdır. Oğlunun da Roma Katolik inancına göre yetişmesini isteyen Friedrich Heidegger, Martin’in de kiliseyle yakın bir ilişki içinde olmasını sağlamıştır. Böylece Martin iyi bir Katolik olarak yetişmiştir. Ne var ki 1907’de bir rahibin henüz 17 yaşında olan Martin’e Franz Brentano’nun doktora çalışması vermesiyle Martin’in yaşadığı ilk değişim süreci başlamıştır. Felsefe ile tanışması gelecek günlerde sahip olduğu inancı sorgulamasına sonunda da bir ateist olması neden olacaktır.
Böylece Martin’de evlatlık olduğunu öğrenen Oedipus gibi bilme isteğiyle evinden ayrılmıştır. Oedipus’un aksine görücülere değilse bile, üniversite eğitimi için Freiburg Üniversitesine gitmiştir. Ancak ailenin üniversite masraflarını karşılayacak durumu olmadığından, tıpkı Oedipus gibi olacağı kişi olmak için gereken kaynağı başka bir yerden bulmuştur. Martin kilise mensuplarının yararlana bildiği ve sadece ilahiyat eğitimi için kullanılabilen bir burstan yararlanmıştır.
İlahiyat Fakültesinde eğitimine devam ederken üniversite kütüphanesinde karşılaştığı Edmund Husserl’in “Mantık Araştırmaları” kitabının ikinci cildi olan Fenomonoliji’den oldukça etkilenir ve eğitiminde yön değiştirmeye karar verir. Fenomonoloji Martin Haidegger’in kaderini belirleyecek olan kehanet olarak da düşünüle bilir. Takip dört yıl boyunca felsefe dersleri alır. Bu noktada Oedipus’un Delphoi’de öğrendiği kehanetin ardından kaderinden kaçmak için uzaklaşması gibi Martin Heidegger’in de olunması istenen şeyden uzaklaştığını göre biliriz. Trajik kahramanların ortak noktası olan kaderine baş kaldırma sonrasında gelecek sürecinde bir nevi habercisidir.
Martin Heidegger düşüncesini Varlık Problemi çerçevesinde felsefeye yöneltti. Özellikle Dostoevsky, Sören Kierkegaard ve Friedrich Nietzche’nin eserlerini okuması düşün dünyasının bu problem üzerine yönelmesine neden oldu. Dostoevsky’nin ve Nietzche’nin tanrı kavramı üzerine söyledikleri, onunda Oedipus’un babası Laios’u bilmeden öldürmesi gibi inancındaki babayı yani tanrıyı öldürmesi için kullandığı kılıç olmuştur.
II. Yükseliş, Sadakat ve Tercih:
O güne kadar evi olarak bildiği Corinth’e dönemeyen, bilmeden babası Laois’i öldüren Oedipus artık yollarda başıboş dolanmaya başlar. Sonunda Thebai'ye varır. Şehrin üzerinde bir bela vardır. Sfenks yolcuları gözetleyip, her birine bilmecesini sorar; hiç kimse bilmeceyi çözemez, o da hepsini parçalayıp yer. Thebaililer her gün agoraya toplanarak bilmecenin cevabını bulmaya çalışırlar; kralları yeni öldürülmüş olduğundan kendilerini sfenksten kurtaracak olan kimseye sitenin tahtını da söz verirler. Oedipus şehre girerken Sfenks’le karşılaşır. Bilmece ona da sorulur:
"O hangi yaratıktır ki bir süre iki ayak üzerinde, bir süre üç, bir süre de dört ayakla yürür ve de, doğa yasalarına aykırı olarak, ayakları en çok olduğu zaman güçsüzdür?"
Oedipus söyle bir düşünür ve yaratığın insan olduğunu söyler: İlk çocukluğunda insan dört ayağı üzerindedir, emekler, daha sonra da iki ayağı üzerinde yürür, nihayet yaşlanınca da bir sopaya dayanır.
Sfenks sorusunun çözülmesiyle intihar eder. Thebaililer kurtarıcılarını alkışlar, onu kral yapar ve kraliçe ile evlendirirler. Şu halde Oedipus, annesi Iokaste ile evlenmiştir.
1913’de Doktorasını tamamlayan Martin Heidegger, 1923 yılında Marburg Üniversitesinde doçent olur. Burada kendisi gibi felsefeci olan önemli kimselerle tanışma fırsatı bulur ve verdiği seminerler, dersler beğeni toplar. Artık Oedipus gibi o da kendi Sfenks’iyle mücadeleye hazırdı. 1927 yılında “Varlık ve Zaman” adıyla yayınladığı kitabıyla büyük ilgi çeker ve Marburg Üniversitesinde felsefe profesörü olur.
Heidegger’e göre hakkında konuştuğumuz, fikir sahibi olduğumuz ya da şu veya bu şekilde ilişki kurduğumuz her şey bir varolandır ve bu durumda bizler de neliğimiz ve nasıllığımızla birer varolanızdır. … Dasein diğer var olanlar arasında bulunan herhangi bir varolan değildir. Onu diğer varolanlardan farklı yapan özelliği; bir varolan olarak kendi varlığına sahipken, aynı zamanda kendi varlığını mesele etmesidir. Dasein kendi varlığı içinde, varlığı şu ya da bu biçimde anlayabilmektedir yani varlık Dasein’e kendi varlığı sayesinde ve kendi varlığı içinde açımlanır. “Bizatihi varlık anlayışına sahip olmak, Dasein’ın bir varlık belirlenimidir.” Bu düşünüşün ışığında diyebiliriz ki Heidegger’in de Sfanks’in sorusuna verdiği cevap “İnsan.” dır.
1933’e gelindiğinde Nazi Partisi bir veba gibi ülkeye yayılmış ve güçlenmiştir. Aynı yıl Martin Heidegger’de Freinburg Üniversitesine rektör seçilir ve NSDAP’a resmen üye olur. Çalışma arkadaşları, öğrencileri, onu tanıyan kimseler bu karar karşısında şaşkına dönerler. Ancak Martin Heidegger, Oedipus’un aksine bilinçli olarak ana yurduna bağlılığı tercih etmiş, konuşmaları ve düşüncelerini bu konuda şekillendirmiştir. Veba salgınını araştırmaması konusunda Teresias’ı dinlemeyen Oedipus gibi o da doğru gördüğü düşünce yönünde hareket etmeyi tercih etmiştir. Bunun sonucu da yitirdiği dostluklar ve günümüzde bile tartışılan, zaman zaman felsefeci kimliğinin önüne geçen saygınlığına ilişkin tartışmalar olmuştur.
Bu noktada Martin Heidegger’in felsefi düşünüşünde de bir dönüşüm söz konusu olmuştur. Artık Dasein’la değil Varlık’la (Sein) ilgilenmektedir. Ve bu anlamdaki genel varlığın Antik Çağ’ın düşünürlerinin özellikle Herakleitos, Parmenides, Anaxagoras, Platon ve Aristoteles’in aletheia, logos, physis ve benzeri kavramlarına başvurarak, Alman şairi Hölderlin’in şiirlerinde tecrübe edilebileceğini öne sürmektedir.
III. Sürgün:
Thebai'da veba salgını yaşanır, artakalan insanlar Oedipus'a tekrar onları kurtarmaları için yalvarır. Oedipus, Delphooi kâhinine danışır; kâhin ona orada mutluluk içinde yaşamakta olan günahkârı ülkeden kovmasını önerir. Oedipus eski kral Laios'a karşı işlenip cezasız kalmış olan cinayetin söz konusu olduğunu düşünür; suçluyu cezalandırmaya ant içer. Kör kâhin Teireisias'a sorar, kâhin açığa vurur ki, katil Oedipus'un ta kendisidir, o hem de kendi annesinin kocasıdır. Oedipus araştırır, Laios'un Delphoi'ye giderken öldürüldüğünü öğrenir ve aklına aynı yolda karşılaşıp öldürdüğü yaşlı adam gelir. Öte yandan Oedipus, Iokaste'dan duyduğu bir öyküyü hatırlar: Iokaste'ın ilk kocasından bir çocuğunun ölmesi için ormana bırakılması. Oedipus ormana bırakılan çocuğun kendisi olduğunu anlar. Kehanet gerçek olmuştur. Günahları yüzünden kan ve kedere gömülen, herkes tarafından terk edilen Oedipus artık sadece kör bir dilencidir.
Martin Heidegger 1934 yılında hükümetin kendisinden istediği yaptırımları uygulamaz ve bunun sonucu olarak rektörlük görevinden alınır. Nazi ideolojisinin yanlışlığının farkına vararak, yaptığı derslerde bu düşünceyi eleştirdi. Tabi hükümetin baskısı da beraberinde geldi. Zaman zaman derleri iptal edildi, yayın yapması yasaklandı, sonunda siper kazması için Rhine’a yollandı. Heidegger, Oedipus gibi olmasa da günahının farkına vardı. Ancak o kendini kör etmedi. Nazi Almanya’sının çöküşünün ardından işgalci devletler Profesörlük unvanını geri aldı. Üniversitede hocalık yapmasını yasakladı. Zaman zaman başka ülkelerde konferanslara katılma fırsatı bulsa da o da Oedipus’un yaşadığı sürgün hayatına mahkûm olmuştu.
IV. Sonuç:
2 Mayıs 1976’da ki ölümüne kadar hayatının geri kalanını Freiburg, Kara Orman’da ki evinde inzivada geçiren Martin Heidegger, geçmişte yaşananları ölümünden sonra yayınlanması koşuluyla Der Spiegel dergisiyle yaptığı röportajda anlatır. Yapmış olduğu şeylerden pişmanlık duymadığı ve ya kimseden özür dilemediği görülür. Çünkü o da Oedipus gibi yapmış olduklarını kendi tercihleriyle yapmış, bir değeri bir başka değer karşısında savunurken, trajik kahramanlarda olduğu gibi özgür iradesini kullanmıştır.
Bu yazıda Oedipus karakteri üzerinden baktığımız hayatındaki değişimlerin ne denli büyük olduğunu göstermek ve biraz olsun Martin Heidegger’i tanımaya çalıştık. Bir insan olarak Martin Heidegger’in inişli çıkışlı, zaman zaman oldukça zor bir hayat yaşamış olduğu görülmektedir. Bu zorluklarla bir şekilde baş edecek güçte, boyun eğmeyen bir yapıda olduğu da anlaşılmaktadır.
Bir değer taşıyıcısı olan bireyin, tıpkı tragedyalarda olduğu gibi, değişimlere, dönüşümlere ve belki felaketlere gebe olduğu Martin Heidegger’in yaşamına bakılarak görüle bilmektedir.

Hiç yorum yok: