Bayraklar ve flamalarla süslenmiş alanda toplanmış insanların BabilX kulesinin çatısından görüntüsü yapacağı şeyi düşününce, içini burkuyordu. Hiçbir zaman onlardan biri olamamıştı. Sıradan korkuları, telaşları, istekleri olan bir insan değildi o. Nasıl olabilirdi ki? Yaptığı buluşla bilim tarihine geçmiş, bilinen dünyayı değiştirmişti. “Gerçekten değiştirdim.” diye üzgünce geçirdi içinden. Esen rüzgârla birlikte düşünceleri de geçmişe ve yaşananlara yöneliyordu.
Sonra olanlarsa tarihin bir tekrarı, insanlığın içinde barındırdığı kötülüğün bir yansıması dışında bir şey değildi. Milyonlarca insan ölmüştü. Gazetelerde yayınlanan fotoğraflar, zafer çılgınlığı içindeki ülke televizyonlarındaki haberler… Hepsi kötü bir rüya olmalıydı. Böyle korkunç bir şey yaşanmış olamazdı. Tüm o ölen insanların kanları ellerinden çıkmıyordu. “Tanrım beni affet!”
Tanrı mı? O bir bilim adamıydı. Böyle asılsız bir düşünceye nasıl sığına bilirdi ki? Yüz yıllar önce insanların uğruna bir birlerini öldürdükleri şeyde tanrı değil miydi? Hem varsa bile neden insanların acı çekmesine, masumların ölmesine izin veriyordu. Ölüme bu kadar yakınken bile bu düşünceye dönmek onu tiksindirmişti. “Ben seni affetmiyorum.”
Kalabalıktan gelen sesle irkildi. Ünlü bir politikacı, aynı zamanda toplu katliamın mimarı kürsüye davet ediliyordu. Yeryüzünde tanrıyı oynayan o adam. Li Yung. Minyon fiziği, hiç silinmeyen gülümsemesiyle sevimli, bir o kadarda karizmatik olan bu adam, içinde barındırdığı öfke ve karanlığı insanlardan gizlemeyi başarıyordu.
Li Yung kürsüye yaklaştıkça insanların tezahüratı giderek yükseldi. Patlatılan havai fişeklerden gelen keskin barut kokusunu içine çekerken garip bir duyguyla doldurdu. İsim veremiyordu ama hazza benzer bir niteliği olduğunu anlamıştı. “Acaba hangi hormonlar salgılanıyor vücudumda? Epizen değil. Öyleyse Fresu ve Lrin karışımı bir şey.” diye düşünmeye başladı. Bir an sonra ne yaptığının farkına varıp gülmeye başladı. “Birazdan öleceğim ve düşündüğüm konuya bak.”
Artık kendini rahat hissediyordu. “Bir adım ve her şey bitsin. Li Yung en ünlü bilim adamına veda etsin. Onun için başka katliam silahları geliştiremeyecek olmam, kim bilir onu ne kadar öfkelendirecek.”
Bir ayağını boşluğa uzattı. Nedense annesinin uzun yıllar önce onu eğlendirmek için öğrettiği basit, optik bir yanılsama numarasını hatırladı. Bir gözünü kapatarak ayağına bakmaya başladı. Kalabalığın büyük bir kısmı ayağının altında kaybolmuştu. Li Yung’da kaybolmuştu. O an üzerlerine gerçekten basabilmeyi dilerdi. Ayağını sağa sola doğru çevirerek daha çoğunu yok etmeye çalışıyordu.
— Lütfen in oradan.
Sol tarafından gelen bu yumuşak kadın sesiyle irkildi. Neredeyse dengesini yitirip düşecekti. Sonunda dengede durmayı başardığında sesin kaynağını bulmaya çalıştı. Ama görünürde kimse yoktu.
— Senin ölmen neyi değiştirecek?
— Sende kimsin?
— Şu kalabalığa bak.
Sağa sola bakarak sesin kaynağını bulmaya, bir yandan da dengesini korumaya çalışıyordu. Çıkan rüzgârda işini pek kolaylaştırmıyordu.
— Göster kendini.
— Onun hatası ve onların hırsları için vaz mı geçeceksin?
— Benim hatam. Hepsi benim hatam.
— Hastalığın yayılmasına sen mi sebep oldun?
— Hayır, ama ben yarattım onu! Şimdi bunun bedelini ödemeliyim.
Kadın karanlığın içinden çıkıp adamın yanında durdu. Konuşmasına başlamış olan Li Yung’u ve etrafında toplanmış kalabalığı izlemeye başladı. Li Yung sözleriyle binlerce kişi gürlüyor, zafer naraları atıyordu.
— Sen! Ne? Uzaklaş!
Kadın ona hiç dikkat etmiyor kalabalığı seyrediyordu. Duruşu ve görünüşüyle genç biri olduğu anlaşılmasına rağmen, saçı tamamen beyazdı. “Bu kadın burada ne arıyor? Ne zamandan beri burada? Yukarı çıktığımda yalnızdım.”
— Senin için buradayım ve bir süredir seni izliyordum.
Aklından geçen soruların cevabını nasıl bilebilir di ki? “Bu kadında bir terslik var.”
Kadının ince bir sesle gülmeye başladı. Gülüşünde garip bir şey vardı. İnsanı rahatlatmıyor, aksine içine işleyip onu donduruyordu. Ondan bir an önce uzaklaşması gerektiğini hissediyor ama hareket edemiyordu. Kadında mistik, insanüstü bir güç vardı. Onunla nasıl baş edeceğini bilemeden mücadele etmeye başladı.
— Hiçbir şeyi anlayamıyorsun değil mi? Tüm kararların hatalı. Buraya çıkman, ölmek istemen, suçu kendinde bulman, o bakteriyi yaratman ve bunun insanlık için kullanılabileceğini düşünmen… Hepsi ama hepsi hatalı.
—Anlamıyorum!
—Anlamanı da beklemiyorum. Şunu bil bu hatalar seni insan yapan şeyler.
Kadının konuşmasının hiçbir anlamı yoktu. Ne demeye çalışıyordu ki? Tüm bunlar saçmalıktan başka bir şey değildi.
Kadın ona dönüp gülümsedi. Artık hareket edebiliyor olmasına karşın kaçma isteği ortadan kaybolmuştu. “Garip.” diye düşündü. Başka bir durumda olsalar etkilenebileceği bir havaya ve çeliciliğe sahipti. Onu daha önce görüp görmediğini düşündü. Kadın tanıdık bir his yaratıyordu.
—Beni tanıyorsun.
Soru sormuyor, kesin olan bir şeyi dile getiriyordu. Ama bir türlü kim olduğunu çıkartamıyordu.
—O insanları sen öldürmedin, tıpkı benim karını öldürmediğim gibi.
İşte o anda tanıdı. Bu kadın yıllar önce karısını öldürmüş olan, sevdiği tek kadından onu kopartan katildi. Yıllar geçmiş olmasına rağmen acısı hala tazeydi.
Geç bir saatte laboratuardan döndüğü geceyi anımsadı. O çok sevdiği çiçeklerden bulmak için baya dolaşması gerekmişti. Yıl dönümleriydi ve yine yanında olamamıştı. Eve geldiğinde hep kapıda karşılanmasına rağmen o gün kapıda kimse yoktu. Sürpriz yaptığını zannetmişti. İçeri girdiğinde ona naz yapacak ama sonra çiçekleri gördüğünde boynuna sarılıp onu ne kadar çok sevdiğini söyleyecekti. Anahtarıyla kapıyı açtığında karşılaşacağı manzaraya kimse onu hazırlayamazdı. Karısı kanlar içinde yerde yatarken bu kadın başında öylece durmuş onu izliyordu.
Dava büyük ilgi görmüştü. Karşısında durmakta olan kadın dava boyunca tek bir söz dahi etmemişti. Sonuçta verilen ceza ömür boyu hapisti. Bu kadının hapiste olması gerekiyordu. Öyleyse karşısında duran bu kadın kimdi?
—Onu ben öldürmedim.
—Deliller öyle söylemiyordu.
—Hepsi değiştirildi.
—Değiştirildi mi? Kim, neden değiştirsin ki?
—Çünkü sana ve senin öfkene ihtiyacı vardı.
—Kimin?
Kadın başını çevirip aşağıya baktı. Bakışlarını takip ettiğinde göreceği kişiyi tahmin edebiliyordu. Yinede baktı. Kalabalığın karşısında nutkuna devam eden o ufak adam.
—Şimdi ne istiyorsun benden? Hapisten bana bunu söylemek için kaçmadın herhalde.
—Hapisten kaçmadım.
—Öyleyse?
—Li Yung tarafından serbest bırakıldım.
—Neden buraya geldin? Benim burada olduğumu nereden öğrendin?
—Çok fazla sorun var. Ama ben tüm cevaplara sahip değilim. Senden bir iyilik yapmanı istemek için geldim.
—Karımı öldüren, beni kullanan bir komplonun parçası olan birine neden iyilik yapayım?
—Çünkü bu iyilik sadece bana değil, tüm insanlığa yapılacak.
Kadının gizemli oyunlarından, söz cambazlıklarından artık sıkılmıştı ve bağırdı.
—Artık benden alacak bir şeyiniz yok! Canımı istiyorsanız zaten ondan da bu lanet dünyadan da kurtulacağım birazdan…
—Senden onu öldürmeni istiyorum.
Bu kadar mıydı? Tüm bu anlamsız konuşmanın varacağı yer burası mıydı? Kahkahalarla gülmeye başladı. Kadının duruşunda bir değişiklik olmamıştı.
— Pekâlâ. Onu öldüreceğim. Ama nasıl?
Kadın garip görünüşlü bir silah çıkartıp adama uzattı. Umursamaz bir şekilde silahı alan adam bulunduğu yüksek noktadan Li Yunga nişan aldı ve tetiği çekti.
Hedefini vurup vuramadığını bilmiyordu. Kalabalık bir birine girmiş, ortama kaos hakimdi. Dönüp kadına baktığında artık orada olmadığını gördü. Bu önemli değildi, artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Atlamak için çatının kenarına yaklaştığında çatının orada olmadığını fark etti. Bu nasıl olmuştu? Artık rüzgârı da hissetmiyordu.
BabilX kulesinin lobisinden dışarıyı izlemekte olan çocuk hayatı boyunca unutamayacağı bir manzarayla karşı karşıyaydı. Annesi onu geri çekmeden önce cama sıçramış olan parçalar arasından yerde yatmakta olan beyaz önlüklü adamı görebiliyordu. Adamın yündeki gülümseme yıllar sonra onu uykusundan uyandıran ve yatmakta olduğu akıl hastanesi koridorlarında yankılanacak çığlıklarının sebebi olacaktı.
Sonra olanlarsa tarihin bir tekrarı, insanlığın içinde barındırdığı kötülüğün bir yansıması dışında bir şey değildi. Milyonlarca insan ölmüştü. Gazetelerde yayınlanan fotoğraflar, zafer çılgınlığı içindeki ülke televizyonlarındaki haberler… Hepsi kötü bir rüya olmalıydı. Böyle korkunç bir şey yaşanmış olamazdı. Tüm o ölen insanların kanları ellerinden çıkmıyordu. “Tanrım beni affet!”
Tanrı mı? O bir bilim adamıydı. Böyle asılsız bir düşünceye nasıl sığına bilirdi ki? Yüz yıllar önce insanların uğruna bir birlerini öldürdükleri şeyde tanrı değil miydi? Hem varsa bile neden insanların acı çekmesine, masumların ölmesine izin veriyordu. Ölüme bu kadar yakınken bile bu düşünceye dönmek onu tiksindirmişti. “Ben seni affetmiyorum.”
Kalabalıktan gelen sesle irkildi. Ünlü bir politikacı, aynı zamanda toplu katliamın mimarı kürsüye davet ediliyordu. Yeryüzünde tanrıyı oynayan o adam. Li Yung. Minyon fiziği, hiç silinmeyen gülümsemesiyle sevimli, bir o kadarda karizmatik olan bu adam, içinde barındırdığı öfke ve karanlığı insanlardan gizlemeyi başarıyordu.
Li Yung kürsüye yaklaştıkça insanların tezahüratı giderek yükseldi. Patlatılan havai fişeklerden gelen keskin barut kokusunu içine çekerken garip bir duyguyla doldurdu. İsim veremiyordu ama hazza benzer bir niteliği olduğunu anlamıştı. “Acaba hangi hormonlar salgılanıyor vücudumda? Epizen değil. Öyleyse Fresu ve Lrin karışımı bir şey.” diye düşünmeye başladı. Bir an sonra ne yaptığının farkına varıp gülmeye başladı. “Birazdan öleceğim ve düşündüğüm konuya bak.”
Artık kendini rahat hissediyordu. “Bir adım ve her şey bitsin. Li Yung en ünlü bilim adamına veda etsin. Onun için başka katliam silahları geliştiremeyecek olmam, kim bilir onu ne kadar öfkelendirecek.”
Bir ayağını boşluğa uzattı. Nedense annesinin uzun yıllar önce onu eğlendirmek için öğrettiği basit, optik bir yanılsama numarasını hatırladı. Bir gözünü kapatarak ayağına bakmaya başladı. Kalabalığın büyük bir kısmı ayağının altında kaybolmuştu. Li Yung’da kaybolmuştu. O an üzerlerine gerçekten basabilmeyi dilerdi. Ayağını sağa sola doğru çevirerek daha çoğunu yok etmeye çalışıyordu.
— Lütfen in oradan.
Sol tarafından gelen bu yumuşak kadın sesiyle irkildi. Neredeyse dengesini yitirip düşecekti. Sonunda dengede durmayı başardığında sesin kaynağını bulmaya çalıştı. Ama görünürde kimse yoktu.
— Senin ölmen neyi değiştirecek?
— Sende kimsin?
— Şu kalabalığa bak.
Sağa sola bakarak sesin kaynağını bulmaya, bir yandan da dengesini korumaya çalışıyordu. Çıkan rüzgârda işini pek kolaylaştırmıyordu.
— Göster kendini.
— Onun hatası ve onların hırsları için vaz mı geçeceksin?
— Benim hatam. Hepsi benim hatam.
— Hastalığın yayılmasına sen mi sebep oldun?
— Hayır, ama ben yarattım onu! Şimdi bunun bedelini ödemeliyim.
Kadın karanlığın içinden çıkıp adamın yanında durdu. Konuşmasına başlamış olan Li Yung’u ve etrafında toplanmış kalabalığı izlemeye başladı. Li Yung sözleriyle binlerce kişi gürlüyor, zafer naraları atıyordu.
— Sen! Ne? Uzaklaş!
Kadın ona hiç dikkat etmiyor kalabalığı seyrediyordu. Duruşu ve görünüşüyle genç biri olduğu anlaşılmasına rağmen, saçı tamamen beyazdı. “Bu kadın burada ne arıyor? Ne zamandan beri burada? Yukarı çıktığımda yalnızdım.”
— Senin için buradayım ve bir süredir seni izliyordum.
Aklından geçen soruların cevabını nasıl bilebilir di ki? “Bu kadında bir terslik var.”
Kadının ince bir sesle gülmeye başladı. Gülüşünde garip bir şey vardı. İnsanı rahatlatmıyor, aksine içine işleyip onu donduruyordu. Ondan bir an önce uzaklaşması gerektiğini hissediyor ama hareket edemiyordu. Kadında mistik, insanüstü bir güç vardı. Onunla nasıl baş edeceğini bilemeden mücadele etmeye başladı.
— Hiçbir şeyi anlayamıyorsun değil mi? Tüm kararların hatalı. Buraya çıkman, ölmek istemen, suçu kendinde bulman, o bakteriyi yaratman ve bunun insanlık için kullanılabileceğini düşünmen… Hepsi ama hepsi hatalı.
—Anlamıyorum!
—Anlamanı da beklemiyorum. Şunu bil bu hatalar seni insan yapan şeyler.
Kadının konuşmasının hiçbir anlamı yoktu. Ne demeye çalışıyordu ki? Tüm bunlar saçmalıktan başka bir şey değildi.
Kadın ona dönüp gülümsedi. Artık hareket edebiliyor olmasına karşın kaçma isteği ortadan kaybolmuştu. “Garip.” diye düşündü. Başka bir durumda olsalar etkilenebileceği bir havaya ve çeliciliğe sahipti. Onu daha önce görüp görmediğini düşündü. Kadın tanıdık bir his yaratıyordu.
—Beni tanıyorsun.
Soru sormuyor, kesin olan bir şeyi dile getiriyordu. Ama bir türlü kim olduğunu çıkartamıyordu.
—O insanları sen öldürmedin, tıpkı benim karını öldürmediğim gibi.
İşte o anda tanıdı. Bu kadın yıllar önce karısını öldürmüş olan, sevdiği tek kadından onu kopartan katildi. Yıllar geçmiş olmasına rağmen acısı hala tazeydi.
Geç bir saatte laboratuardan döndüğü geceyi anımsadı. O çok sevdiği çiçeklerden bulmak için baya dolaşması gerekmişti. Yıl dönümleriydi ve yine yanında olamamıştı. Eve geldiğinde hep kapıda karşılanmasına rağmen o gün kapıda kimse yoktu. Sürpriz yaptığını zannetmişti. İçeri girdiğinde ona naz yapacak ama sonra çiçekleri gördüğünde boynuna sarılıp onu ne kadar çok sevdiğini söyleyecekti. Anahtarıyla kapıyı açtığında karşılaşacağı manzaraya kimse onu hazırlayamazdı. Karısı kanlar içinde yerde yatarken bu kadın başında öylece durmuş onu izliyordu.
Dava büyük ilgi görmüştü. Karşısında durmakta olan kadın dava boyunca tek bir söz dahi etmemişti. Sonuçta verilen ceza ömür boyu hapisti. Bu kadının hapiste olması gerekiyordu. Öyleyse karşısında duran bu kadın kimdi?
—Onu ben öldürmedim.
—Deliller öyle söylemiyordu.
—Hepsi değiştirildi.
—Değiştirildi mi? Kim, neden değiştirsin ki?
—Çünkü sana ve senin öfkene ihtiyacı vardı.
—Kimin?
Kadın başını çevirip aşağıya baktı. Bakışlarını takip ettiğinde göreceği kişiyi tahmin edebiliyordu. Yinede baktı. Kalabalığın karşısında nutkuna devam eden o ufak adam.
—Şimdi ne istiyorsun benden? Hapisten bana bunu söylemek için kaçmadın herhalde.
—Hapisten kaçmadım.
—Öyleyse?
—Li Yung tarafından serbest bırakıldım.
—Neden buraya geldin? Benim burada olduğumu nereden öğrendin?
—Çok fazla sorun var. Ama ben tüm cevaplara sahip değilim. Senden bir iyilik yapmanı istemek için geldim.
—Karımı öldüren, beni kullanan bir komplonun parçası olan birine neden iyilik yapayım?
—Çünkü bu iyilik sadece bana değil, tüm insanlığa yapılacak.
Kadının gizemli oyunlarından, söz cambazlıklarından artık sıkılmıştı ve bağırdı.
—Artık benden alacak bir şeyiniz yok! Canımı istiyorsanız zaten ondan da bu lanet dünyadan da kurtulacağım birazdan…
—Senden onu öldürmeni istiyorum.
Bu kadar mıydı? Tüm bu anlamsız konuşmanın varacağı yer burası mıydı? Kahkahalarla gülmeye başladı. Kadının duruşunda bir değişiklik olmamıştı.
— Pekâlâ. Onu öldüreceğim. Ama nasıl?
Kadın garip görünüşlü bir silah çıkartıp adama uzattı. Umursamaz bir şekilde silahı alan adam bulunduğu yüksek noktadan Li Yunga nişan aldı ve tetiği çekti.
Hedefini vurup vuramadığını bilmiyordu. Kalabalık bir birine girmiş, ortama kaos hakimdi. Dönüp kadına baktığında artık orada olmadığını gördü. Bu önemli değildi, artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Atlamak için çatının kenarına yaklaştığında çatının orada olmadığını fark etti. Bu nasıl olmuştu? Artık rüzgârı da hissetmiyordu.
BabilX kulesinin lobisinden dışarıyı izlemekte olan çocuk hayatı boyunca unutamayacağı bir manzarayla karşı karşıyaydı. Annesi onu geri çekmeden önce cama sıçramış olan parçalar arasından yerde yatmakta olan beyaz önlüklü adamı görebiliyordu. Adamın yündeki gülümseme yıllar sonra onu uykusundan uyandıran ve yatmakta olduğu akıl hastanesi koridorlarında yankılanacak çığlıklarının sebebi olacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder