28 Ekim 2010 Perşembe

DİL VE YABANCILAŞTIRILMA

Eski dünyadan, yeni dünyaya insan uygarlıkları, devlet yapılanmaları, sanat, edebiyat, din, düşünce, ticaret, kısacası insanoğlu dil ile var olmuş ve olacaktır. İnsani olarak nitelenen tüm değerlerin taşıyıcısı ve aktarıcısı olan dil, ancak insanlığın sonuyla nihayete erecektir. Öyleyse varlığıyla, varlığımızın ayrılmaz bir parçası olan dil nedir?
İlk çağlarda, dünyayı algılamaya çalışan, öğrenen ve doğası gereği bunu paylaşma ihtiyacında olan insan, varlığının etrafında uçuşan “şey”leri soyutlayarak “dili” var etmiştir. “Maddeyle, düşünülen şey arasında sürekli gidip gelen süreçte ortaya çıkan “dil”, soyutun bir ifadesi olan simgeler aracılığıyla, sesler ve sözcüklerle ifade edilen, insanın oynadığı bir başka “oyun”dur.”[1]
Yaşanılan coğrafya ve yaşam tarzı insan topluluklarının oluşturdukları dillerde farklılık yaratan en önemli etkendir. Kısacası bir topluluk ancak kendi dünyası ile sınırlı bir dil oluşturabilir. Onun için dilleri gelişmiş ya da az gelişmiş olarak nitelendirmek doğru değildir. Üç yüz veya dört yüz kelimeyle konuşan ilkel kabilelerin diliyle teknoloji, sanayi ve kültür alanında büyük hamleler yapmış, önemli eserler ortaya koymuş, gelişmiş ülkelerin dili, mukayese bile edilemez. “Her dil, kendi konuşucusunun “dünyası” kadar gelişmiştir. Dolayısıyla kendi konuşucusu için yeterlidir.”[2]
Lakin gelişen ve farklılaşan dünya şartları, var olan dilleri etkilemektedir. “Dilin değişmeye ve gelişmeye meyilli olduğu bir gerçektir. Yeryüzünde diğer dillerle ilişki kurmayan hiçbir dil yoktur. Dünyada konuşulan bütün diller birbirleri ile sıkı ilişki içerisindedir. Bu diller arası bağ, ister istemez dillerin birbirlerini etkilemelerine yol açar. Sonuç olarak, bir başka dilin etkisi altında kalan dilde bazı değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler dilin her alanında, yani leksik (kelime varlığı), morfoloji (şekil bilgisi) ve sentaks (söz dizimi) alanlarında görülebilir. Dillerin birbirlerinden kelime alıp vermesi, tabiî ve kaçınılmaz bir olaydır.”[3] Ancak bu alış veriş her zaman iyi niyetli olmamaktadır. Diğerinin içerisine sızarak yer edinen bir dil, girdiği dilin başkalaşmasına, yozlaşmasına ve sonunda yok olmasına neden olacaktır. Türkçe için söz konusu olan durum budur.
Son zamanlarda gündemde olan “küreselleşme” dil alanında da kendini göstermektedir. Küreselleşme diğer kültürler ile daha rahat ilişki kurmak, var olan birikimleri paylaşmak olarak ele alınırsa, bunun dil üzerinde kötü bir etkisi olacağından bahsetmek doğru olmayacaktır. Ancak küreselleşme “herkesin birine benzemesi” olarak algılanıyorsa, diller için endişe verici bir durum ortadadır.
Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün söylemiş olduğu şu sözler, dilde böyle bir bozunma yaşanırsa kaybedilecek olanın ne olduğunu anlatması bakımından oldukça anlamlıdır. “Millî duygu ile millî dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî duygunun gelişmesinde başlıca etkendir.”
Özellikle ekonomik ve siyasal güç açısından dünyayı egemenliği altına almış olan güçler, fiziki sömürgeleştirmedense, dünya çapında yürüttükleri “kültürel yozlaştırma” politikasıyla kitlelere kendi düşün sistemlerini dayatarak, fahri vatandaşlar yaratmaktadır. Tarihte pek çok kez tekrarlanmış olan bu duruma Türk tarihinden bir örnek verebiliriz.
“Tanzimat Fermanı sonrası çok sayıda öğrenci Fransa’ya gönderilmiş, ancak bu gençler birer sömürge aydını olmaktan öteye gidememiştir. Geri döndüklerinde de günlük yaşantılarında Fransızca konuşur hale gelmişlerdir. Bu dönemin analizini en iyi yapanlardan birisi de bir Japon uzmandır. Bu uzman Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’na dönemi şu şekilde yorumluyor “1860’larda Osmanlı Devleti dünyanın en büyük devletlerinden biriydi ve de bir takım sorunlarına rağmen dağılacağı da ihtimal dâhilinde değildi. O dönemde Japonya’dan resmi görevli birisi İstanbul’a gelir. Ve bakar ki bu tatlı su monşerleri, bu sahte aydınlar aralarında Fransızca konuşmaya başlamış; manzara odur ki, burası yakında dağılacak”. ”[4] Nitekim Osmanlı yönetici ve aydınlarının kültürel yozlaşması, idareci ve halk arasındaki bağı tamamen kopartmış, İmparatorluğu kaçınılmaz olan yıkıma götürmüştür.
Bir zamanlar Fransızcanın hâkimi olduğu güç, geçen son yüz yılda İngilizcenin eline geçmiştir. Özellikle ekonomisi zayıf ve siyasi arenada yeterince erke sahip olmayan Türkiye gibi ülkeler, Amerikan ve İngiliz kültürünün, dilinin yoğun saldırısına maruz kalmaktadır. Özellikle yanlış eğitim politikaları, kitlesel iletişim devlerinin yanlış yayınları ve yönlendirmeleri Türkiye Türkçesine ovunmaz yaralar açmıştır.
Son yıllarda işyerleri, alışveriş merkezleri, toplu konut yerleşmeleri, oteller ve dükkân adlarında, yabancı isim kullanımının giderek artması oldukça düşündürücüdür. Pek çoğu Türk işletmeci tarafından kurulmuş büyük firmaların isimleri de İngilizcedir. Örnek verecek olursak; Little Big, Big Star, Marko Delli, Conan Jeans, Lee, LC Waikiki, Rodi, Tifanny, Galleria, Atrium, Clup Filipper, Tecno Fresh gibi ünlü markaları sayabiliriz. Rainbow Kasabı, Kadir Has Center, Dürüm Land, Cafe Beyzade, Galaxy Alışveriş Merkezi, Ev Shop, Yeşil Plaza, Vatan Computer gibi yarı Türkçe isimler, CoonDra (Kundura), Mardini (Mardin), Velini (Veli), Efendy (Efendi), Eskidji (Eskici), Laila (Leyla), Kiosk (Köşk), Ramsey (Remzi) gibi Türkçeden bozma yabancı isimler, Sakashi (Salih Kaya isminin ilk heceleri ile Japon malı havasını veren ‘shi’ eki), Yu-Ma-Tu (Yunus, Mahmut ve Tuncer isimli üç kardeşin isimlerinin ilk heceleri), BEMS (Baba, Emine, Mustafa ve Sabri isimlerinin ilk harfleri) gibi yabancı havası verilen isimlerde dilin yozlaşmasıyla ilgili çarpıcı örneklerdendir.
Konuşma dilinin bozulmasını da, içeriksiz ve yanlış yayınlara, çağımız Türk insanının aceleciliğine ve bilinçsizliğe bağlayabiliriz. Popüler kültürün ortaya koyduğu üretimler yanlış yönlenmenin altını çizmekte ve pekiştirmekte, hatta gidişe katkıda bulunmaktadır. Kazanç kaygısıyla pek çok yayın kuruluşu Türkçeyi niteliklerine uygun olarak konuşan kişilerden çok, kanalın seyredilme oranını artıracak kişilerin sunucu olarak halkın karşısına çıkartmaktadır. Bu durumda halkın yanlış yönlenmesi kaçınılmazdır.
Sonuç olarak dil ait olduğu milletin tarihi ve kültürel mirasıdır. Var oluşuyla bir ayna, dünyaya ve evrene açılan bir penceredir. Bir başka dilin yozlaştırmasıyla, o çerçeve önüne çizilmek istenen tablo, düşüncenin ve ilerlemenin önüne geçecek büyük bir engel olacaktır. Kendi gözleriyle gören bir millet muhasır medeniyetler seviyesine erişmek yolunda büyük bir adım atmış olacaktır.
[1] Doç. Dr. Nurhan Tekerek “Oyun Kavramı’ndan Drama’ya Drama’dan Dramatik Eğitime” Ankara Üni. Dil ve Tarih-Coğrafya Fak. Tiyatro Araştırmaları Dergisi Yıl: 2006 Sayı: 22
[2] Prof. Dr. Mustafa UĞURLU ile Günebakan ve “Türkçe” üzerine.. Bağımızın Güneşi. Sanat ve Edebiyat Dergisi 1, 1 Mart 2006, Muğla Üni. Edebiyat Topluluğu, Muğla, s. 15-20.
[3] Doç. Dr. Fatma ÖZKAN Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı Yıl: 2004 Sayı: 30
[4] Doç. Dr. Yaşar ONAY Yıl: 2007 İnternet Yayını

Hiç yorum yok: